İlkokul sıralarında öğrendiğin ABC’ler yetmez artık,
Çünkü 3 G gelmiş mahleye..
Herkesler onun peşinde..
Devir CEO, SWOT, 4P,
PR öğrenme günü.
Türkçeyi konuşamayan,
Hatta birbiriyle anlaşamayan halkım
Çokça kısaltılmış harfler kullanma döneminde..
FMCG var artık kilo kilo
MBA in
ABC out!
İş görüşmelerinde, hatta iş ilanlarında bolca 3 harfli kelimeler var.
Ya da sessiz harfler bilmecesi..
Hayat bir bilmece değilmiş gibi,
Yeni yeni tanımlar var artık kafanda..
Kimse 3 G’siz kalmasın, ama eşinin G’sini bilmese de olur nedense..
Ben tek G bilmiyorum, 3 G biliyorum devri bu
Neredeyse gelecek filmlerinde gördüğümüz
Hazır kapsüller yutulacak artık programlanmak için.
Customer Oriented kapsülü 200mg,
FMCG deneyimi 1000 mg olmalı.
Peynir fiyatına digitürk sahibi olmalı insan.
Buna 10 mg digitürk paketi yeterli...
Toplantılarda ya da günlük hayatta kısaltmasız harflerle
bir şeyler anlatmak imkansız..
Her şey bir yana teknoloji sarmış dört bir yanı..
Ulaşılamayacak dağ, deniz, köy kalmayacak.
Her şey kapsama alanında...
Ey köyümün insanları,
Savulun, yiyecek ekmeğiniz
Bir tutam toprağınız yok belki ama
3G ile her şey bambaşka olacak!
AB’ye gireceğiz bekleyin.
C’si düşmüş sanmayın!
Öğrendiğin ABC’den daha kolay olacak bu!
Çünkü C’si yok.
C’yi kampanyayla sonradan veriyorlar!
Biliyorum bize önceden Atatürk vermişti diyeceksiniz ama,
Biz elimizde tutmasını bilemedik.
O yüzden artık AB var, onu alıcaz.
Hem de 3 G ile çok daha kolay!
Senin tarlandaki o domatlar var ya
Artık onlar FMCG!
Salçalar da öyle..
Kullandığın sabun da..
Biliyorum biraz kafan karıştı,
Benim ki de öyle!
Ama zamanla alışıyor insan kısaltılmış harflere!
Bak halkıma !
Tek hat değil, 2 hat taşıyor artık cep telefonlarında.
Halt değil, hat diyorum
Yani onu diyorum,
Bu harflerin,
tüm bu şeylerin değerini veriyor burada insan!
Algılama alanı düşük olsa da,
Artık kapsama alanı fazla!
Artık kendi elinde tutamadığın tarlan değil,
3G’n ve hayatta diğer kısaltma harflerin değerli!
Hadi hayırlısı olsun!
5 Aralık 2008 Cuma
27 Kasım 2008 Perşembe
Şekiller

Hayatını kendin şekillendireceksin...
Şekillendirme kaygısı olmadan şekilsiz yaşanlaraysa
Sanatçı deniyor günümüzde...
Ya da sorumsuz, ya da enteresan biri,
Farklı,
Plansız, amaçsız,
entelektüel, ilgi isteyen...
Ancak sanatçıysan ,
İstediğin rengi giyersin kıyafetinle
Mor çorap giyer, saçlarını kırmızıya boyarsın
İçki içip sarhoş olup küfredebilirsin
Mutluyken mutlu,
Üzgünken üzgün görünebilirsin.
İçindeki renkleri dışına atabilir sanatçı
Güzel bir şarkı çalıyordu o barda
Ve belki birisiyle değil de tek başına salınmak isteği var içinde
Hatta sevdiğin şarkıda
Bağıra anıra çığırmak isteğin..
İş toplantısındasındır
Siyah giymek yakışır sana
Ne yakıştığı önceden kararlaştırılmıştır
Pusulayı bozmak olmaz
Saat 2’yken bence 5 diyemezsin
Yaşın 40’ken 20 demek olmaz
Ülkenin sınırları olduğu kadar,
Zamanın sınırı, yaşamın sınırı vardır önünde
Ve insan bile bile koyar sınırlarını..
Sonra da sınırsızlık en büyük hayali olur
Dünyanın her yerinde saat aynı olmasa da
Saat farkı kavramı hesaplamaya yeter her şeyi
Oysa tüm kentler aynı şekilde karşılamaz güneşi...
Yolda zıplayarak yürümek yakışmaz sana..
İnsanların bakışındaki yargılama
Acaba hayranlıktan mı?
Yoksa daha önce düşünüp yapamamaktan mı?
Belki de diğerlerinin tepkisini sınayıp
Bir sonrakinde kendisi zıplamak istiyor kim bilir!..
Renkleri sevmeseydi insan
Hala siyah beyaz tv izliyor olurdu.
Sayıları çok sevseydi
Çocuklarına verdiği isimler
Sayılardan ibaret olurdu..
Ya da statüler
Müdür 1 numara olurdu
Müdür yardımcısı 2..
İçkiye bu denli düşkün olmazdı gençlik,
Sanatçı hissetmek için belki
İnsanlığını hissetmek için, para harcamak..
Özgür,yargısız izlenebilmek için..
Dünya yuvarlak işte,
Enlem boylam koymak anlamsız..
Can simidi dediğin şey
Yuvarlak ve içi hava dolu..
Deniz, devinimli ve durağan değil
Şu en çok bakmayı hayal ettiğin H2O
Ve dinlemeyi sevdiğin dalganın,
Hep geçerli olan bir ritmi yok..
Martıların haykırışı iyi gelir insana
Vapur düdüğü,
Motorun taka takası..
Çünkü sessizlikteki haykırışları umudeder insan.
Denizi bir kavanoza koyduğunda
Dalga olsun diye çalkaladığında,
Ne yosun kokar, ne deniz..
Ne de dalga..
Bulutlar asla aynı şekli almaz,
Benzer şekilleri vardır ama hiçbiri tıpatıp aynı kalmaz boşlukta
Oysa verilmiş bir mesaj var sanki,
Ayakların belli bir yaştan sonra hep aynı kalır.
12 senedir 36 numara..
Boyun 1.65
10-15 senedir aynı
Oysa yaşlanmaya başladıkça, boyun kısalıp
Ayakların küçülecek...
Uyuduğun zaman eklemlerin rahatladığı için 2-3 cm uzarsın..
En durağan şeyler bile değişim halinde..
Tırnakların uzuyor, saçlarınsa uzun artık..
Hayat bir sanat değil mi oysa?
Kuralına uydurulmuş yalnızca,
Tiyatro
Hayatından kareler değil mi?
Ya müzik?
Bağırmaların olabilir mi?
Resmettiğin şey ya hayalin ya da yaşadığın yer,
Hatta portren belki...
Yaşamını şekillendireceksin,
Oysa şekiller belli
Yaptığın şey yalnızca içini doldurmaktan ibaret
Noktaları belli olan bulmacanın,
Noktalarını birleştirmek belki...
Yaşamını şekillendireceksin!
Ya düz çizgi,
Ya da yuvarlak olacak şekillerin..
Umarım yuvarlanır ve durmaz...
06/11/2008
24 Temmuz 2008 Perşembe
4 Temmuz 2008 Cuma
İzmir'de Balıkçılar
17 Haziran 2008 Salı
12 Haziran 2008 Perşembe
İzmir * İstanbul
Çarpma, bölme, toplama, çıkartmalar öğretildi ilkokul yıllarında. Ve bunları hayatımızın neredeyse her tarafında kullanabileceğimizi soylerdi matematik öğretmeni güzel annem. Şimdi İstanbul, İzmir seçimi yapmaya çalışırken ben, hatta seçim yapmışken, hangi şehrin hangisinden nece daha büyük olduğunu çözemiyorum. Onu ekliyorum, onu çıkartıyorum, kalanı hesaplayamıyorum desem...
İzmir, deniz kokan, güneşi başka batan, nezih insanlı, ege'li, girintili çıkıntılı, deniz börülceli, maydonozu küçük, kalbi büyük, çuprasının gözü parlak, eski foça'lı çeşme'li berrak sulu kentim benim. Kentim değil, meleğim. Ailemin barınağı, sığınak kalem benim..
İstanbul, bol çeşnili, her an yaşayan, boğazı güzel, tarihi güçlü, arkadaşı bol, heyecanı çok, istiklal caddeli, ortaköy'lü bebek'li, kuzguncuk'lu, çengelköy simitli, sanatı çok, misafir gelip temelli kalakaldığım, üvey anne şehrim benim.
Böyle çarpsam ben şimdi İstanbul'la İzmir'i de bana böyle yaşamak için, ikisinin çarpımı bir kent çıksa, ada üzerinde dört tarafı suyla kaplı olsa, olmaz mı? İzmir'in insanı, İstanbul'un yeşili, İzmir'in denizi, İstanbul'un tarihi ve sanatı olsa. Ne biliyim, ailem arkadaşlarım hepsi aynı yerde olsa.. En güzeli çarpmak bu şehirleri birbirine, çünkü toplamaya kalksan, İstanbul çirkinlikleri de toplanıp gelicek bu kente. Bölsen, hem güzellik hem de çirkinlikler azalıcak. Çıkartsan, aynı şey olucak. Ama çarpsan ve çarparken de çirkin ile güzel özellik çarpışırken, iyi olan kazansa, diğeri kalsa orda.
Seçimler kolay olsa, bizi çivilemeyemese şu düzen olduğumuz yere, öyle olsa böyle olsa... Ya da en güzelinden ben sussam :)
İzmir, deniz kokan, güneşi başka batan, nezih insanlı, ege'li, girintili çıkıntılı, deniz börülceli, maydonozu küçük, kalbi büyük, çuprasının gözü parlak, eski foça'lı çeşme'li berrak sulu kentim benim. Kentim değil, meleğim. Ailemin barınağı, sığınak kalem benim..
İstanbul, bol çeşnili, her an yaşayan, boğazı güzel, tarihi güçlü, arkadaşı bol, heyecanı çok, istiklal caddeli, ortaköy'lü bebek'li, kuzguncuk'lu, çengelköy simitli, sanatı çok, misafir gelip temelli kalakaldığım, üvey anne şehrim benim.
Böyle çarpsam ben şimdi İstanbul'la İzmir'i de bana böyle yaşamak için, ikisinin çarpımı bir kent çıksa, ada üzerinde dört tarafı suyla kaplı olsa, olmaz mı? İzmir'in insanı, İstanbul'un yeşili, İzmir'in denizi, İstanbul'un tarihi ve sanatı olsa. Ne biliyim, ailem arkadaşlarım hepsi aynı yerde olsa.. En güzeli çarpmak bu şehirleri birbirine, çünkü toplamaya kalksan, İstanbul çirkinlikleri de toplanıp gelicek bu kente. Bölsen, hem güzellik hem de çirkinlikler azalıcak. Çıkartsan, aynı şey olucak. Ama çarpsan ve çarparken de çirkin ile güzel özellik çarpışırken, iyi olan kazansa, diğeri kalsa orda.
Seçimler kolay olsa, bizi çivilemeyemese şu düzen olduğumuz yere, öyle olsa böyle olsa... Ya da en güzelinden ben sussam :)
29 Mayıs 2008 Perşembe
A good year

Ne güzel bir başlık değil mi? Hepimizin, umarım bu sefer güzel bir yıl yaşarım diyerek çesitli dileklerle yeni yıla girdigimiz saniyelerde yapmaya başladığımız ve sonrasında uzatarak bu dileği tüm yıla, hatta hayata taşıdığımız bir cümledir bu... 2006 yapımı bu filmi izlerken ben, belki de o her zaman özenerek baktığım doğayla bütünleşik hayatı görmemden, hatta profesyonel iş hayatı adı altında gayet anti profesyonel yaşadığımız, ve tüm duygularımızı, doğayla olan özlemimizi ötelediğimiz hayata özendiğimden, filmden inanılmaz keyif aldım. Hani şu ortaokul dönemlerinde, nedeni bilmediğimiz bir şekilde bize inanılmaz bir gaz ve sevinç veren "Pretty Woman" filminin anlaşılmaz etkisi gibi birşey. Hiç unutmuyorum, filmi izledikten sonra, sanki ben de hayatkadınıymışım da kurtuluş yolumu bulmuşum gibi, ertesi gün adımlarım çok daha mutlu ve hızlı yürüyordu. Hayattaki süprizlerin bir göstergesiydi sanki o film. Hala aynı mutluluğu yaşarım.
İşte bazı filmler, gaz müzik olmasa da arkasında, size o gazı verir ya. Tıpkı "Im Juli" de aldığım o haz gibi.. Aşk her yerde kazanıyor belki de.. Ya da heyecan diyelim..
İşte 2006 yapımı Ridley Scott'un yönettiği bu romantik filmde, başrollerde özellikle Akıl Oyunları(2001), Gladyatör (2000) veYaşam Kanıtı (2000) filmlerinde beğendiğim Russel Crowe oynuyor. Keyifli seyirler diliyorum...
Bu arada romantik filmler mi azaldı, bana mı oyle geliyor??
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)