Çarpma, bölme, toplama, çıkartmalar öğretildi ilkokul yıllarında. Ve bunları hayatımızın neredeyse her tarafında kullanabileceğimizi soylerdi matematik öğretmeni güzel annem. Şimdi İstanbul, İzmir seçimi yapmaya çalışırken ben, hatta seçim yapmışken, hangi şehrin hangisinden nece daha büyük olduğunu çözemiyorum. Onu ekliyorum, onu çıkartıyorum, kalanı hesaplayamıyorum desem...
İzmir, deniz kokan, güneşi başka batan, nezih insanlı, ege'li, girintili çıkıntılı, deniz börülceli, maydonozu küçük, kalbi büyük, çuprasının gözü parlak, eski foça'lı çeşme'li berrak sulu kentim benim. Kentim değil, meleğim. Ailemin barınağı, sığınak kalem benim..
İstanbul, bol çeşnili, her an yaşayan, boğazı güzel, tarihi güçlü, arkadaşı bol, heyecanı çok, istiklal caddeli, ortaköy'lü bebek'li, kuzguncuk'lu, çengelköy simitli, sanatı çok, misafir gelip temelli kalakaldığım, üvey anne şehrim benim.
Böyle çarpsam ben şimdi İstanbul'la İzmir'i de bana böyle yaşamak için, ikisinin çarpımı bir kent çıksa, ada üzerinde dört tarafı suyla kaplı olsa, olmaz mı? İzmir'in insanı, İstanbul'un yeşili, İzmir'in denizi, İstanbul'un tarihi ve sanatı olsa. Ne biliyim, ailem arkadaşlarım hepsi aynı yerde olsa.. En güzeli çarpmak bu şehirleri birbirine, çünkü toplamaya kalksan, İstanbul çirkinlikleri de toplanıp gelicek bu kente. Bölsen, hem güzellik hem de çirkinlikler azalıcak. Çıkartsan, aynı şey olucak. Ama çarpsan ve çarparken de çirkin ile güzel özellik çarpışırken, iyi olan kazansa, diğeri kalsa orda.
Seçimler kolay olsa, bizi çivilemeyemese şu düzen olduğumuz yere, öyle olsa böyle olsa... Ya da en güzelinden ben sussam :)