29 Mayıs 2008 Perşembe

A good year


Ne güzel bir başlık değil mi? Hepimizin, umarım bu sefer güzel bir yıl yaşarım diyerek çesitli dileklerle yeni yıla girdigimiz saniyelerde yapmaya başladığımız ve sonrasında uzatarak bu dileği tüm yıla, hatta hayata taşıdığımız bir cümledir bu... 2006 yapımı bu filmi izlerken ben, belki de o her zaman özenerek baktığım doğayla bütünleşik hayatı görmemden, hatta profesyonel iş hayatı adı altında gayet anti profesyonel yaşadığımız, ve tüm duygularımızı, doğayla olan özlemimizi ötelediğimiz hayata özendiğimden, filmden inanılmaz keyif aldım. Hani şu ortaokul dönemlerinde, nedeni bilmediğimiz bir şekilde bize inanılmaz bir gaz ve sevinç veren "Pretty Woman" filminin anlaşılmaz etkisi gibi birşey. Hiç unutmuyorum, filmi izledikten sonra, sanki ben de hayatkadınıymışım da kurtuluş yolumu bulmuşum gibi, ertesi gün adımlarım çok daha mutlu ve hızlı yürüyordu. Hayattaki süprizlerin bir göstergesiydi sanki o film. Hala aynı mutluluğu yaşarım.

İşte bazı filmler, gaz müzik olmasa da arkasında, size o gazı verir ya. Tıpkı "Im Juli" de aldığım o haz gibi.. Aşk her yerde kazanıyor belki de.. Ya da heyecan diyelim..

İşte 2006 yapımı Ridley Scott'un yönettiği bu romantik filmde, başrollerde özellikle Akıl Oyunları(2001), Gladyatör (2000) veYaşam Kanıtı (2000) filmlerinde beğendiğim Russel Crowe oynuyor. Keyifli seyirler diliyorum...

Bu arada romantik filmler mi azaldı, bana mı oyle geliyor??

28 Mayıs 2008 Çarşamba

Kahve Kokusu :)

KAHVE KOKUSU

Eşofmanlarımı giydim dün,

Öylesine coşkuluydu ki yüreğim, aslında bir o kadar da

Bıkkın.

Belki bıkkınlığımı çözmek için yaptım bunu

Bilmiyorum.

Eşofmanlarımı giydim, kırmızı çizgili çoraplarımla

Şöyle bir havayı süzdüm.

Güneşli olabildiğince, ama çok sıcak değildi.

Güzel bir gün dedim kendime.

Ayağımda spor ayakkabılarım

Sahilde yürüdüm de durdum sessiz adımlarla.

Sessiz adımlar diyorum, çünkü şehrin kalabalığı yutuyordu

Benim adımlarımı.

Olabildiğince yürüdüm, olabildiğince uzağa,

Olabildiğince hızlı,

Olabildiğince yalnız,

Olabildiğince gözlemleyerek etrafı.

Olabildiğince açıktı gözlerim.

Olabildiğince açıktı hislerim, sezgilerim.

Denizin bin bir tonunu,

Yosun kokusunu,

Sahil kenarında balık tutan insanların

Yakaladıkları balıkların sudaki çırpınışlarını duydum.

Sonra dalga sesini,

Kahve kokusunu duydum karşı balkonda oturan teyzenin.

Tane tane çekilmiş yeni kahve kokusunu ayrımsadım

Onca koku içinde.

Yaşlı amca ve teyzeleri gördüm sahilde yürüyen.

Sonra, tekne üzerinde oturan insanlara baktım.

Fark etmez gibiydiler denizin üstünde olduklarını.

Hissetmez gibiydiler.

Deniz, benim için daha bir hissedilirdi sanki

Ben betonun üzerinde yürürken dalgayı hissediyordum da,

Sanki onlar farkında değillerdi.

Farklı dünyalardaki insanları inceledim.

O kadar yakınken, farklı olabilen insanları..

Öylesine yoruldum ki Bebek taraflarında,

Ve öylesine güzel geldi ki baktığım manzara,

Küçük bir banka oturdum

Yan bankta oturan insanları süzerek.

Ayaklarıyla bağdaş kurmuş, 18 yaşlarında bir kız vardı

Yan bankta.

Belli mutluydu orada, huzurluydu; çünkü içindeki huzurun sesini duydum.

Önümde küçük bir teknede çay yapan amca vardı.

Kim bilir, belki de diğer mesleğidir bu balıkçılık dışında

Çizgileri var yüzünün

Ama üzgün değil, mutlu çizgiler.

Belli ki istediği şeyi yapıyor şu hayatta.

Yanıma geldi usulca, elinde bir dergi sayfası

Üzerinde simit kırıntıları, ufalanmış ekmekler

Dönüp bana dedi ki;

“Bu da karıncaların hakkı değil mi?

Onlara da özen göstermeli hayatta.”

Gözlerinin içine baktım,

Ve gözlerimle sevdim onu.

Çünkü bu da onun hakkıydı.

Ve dedim ki; “Umarım herkes hakkını verir haklının.”

Dönerken bağırdı arkamdan tamamlamak istermişçesine

“Her şey ekolojik denge.”

Garip geldi o an!

Üniversitede eğrilerle, tablolarla öğrendiğimiz ekolojik denge

Bu kadar basitti aslında.

Sonra her hikayede vardır ya,

Sarışın, mavi gözlü, şirin bir çocuk çarptı gözüme.

Annesi yanındaydı, onun kadar tatlıydı o da.

Kendi cüssesinden büyük bisikletini sürmek yerine,

Taşımaya çalışıyordu.

Bir hırçınlık vardı da üzerinde

Ama çocuk ya bu hırçınlık yapardı.

Halbuki şu yaştaki hırçınlıklarımız bile bu kadar

Olağan nedenlere bağlanıyor ne garip değil mi?

Hep, yeşil ışıkta kalmış gibi “GEÇ” diyoruz onlara.

Bankıma bir kız oturdu sonra sessizce.

Ayaklarını sallıyordu, bir ara şarkı söylediğini duydum.

Benimle orda huzurluydu. Varlığım onu rahatsız etmemişti

Mutlu oldum, nedenini bilmiyorum, ama mutlu oldum.

3 tane falcı geçti sonra yanımdan.

Hepsi de aynı noktada durdu konuşmuşlar gibi.

Hepsi de aynı şeyi söyledi.

Bir şey gördüm dedi senin yüzünde, onu söyleyeceğim.

Oysa bir şey görmek için falcı olmak gerekmiyordu ki!

Ben, o gün, çok şey görmüştüm insanların yüzlerinde,

Doğanın içinde.

Peki, sen o donuklaşmış bakışlarınla ne görebilirsin ki

Demek geldi içimden.

Hatta aynı falcı iki kez gelip, bana aynı soruyu sordu.

Ayrımsamadığını anladım,

Yüzümü hatırlamamıştı

Bilmiyordu ki 5 dakika önce aynı soruyu bana,

Başka bir yerde otururken zaten sormuştu.

Ben onun için

Bu kadar anlamsızken, ne görebilirdi merak ediyorum..

Ne görebilir?

02.06.03