KAHVE KOKUSU
Eşofmanlarımı giydim dün,
Öylesine coşkuluydu ki yüreğim, aslında bir o kadar da
Bıkkın.
Belki bıkkınlığımı çözmek için yaptım bunu
Bilmiyorum.
Eşofmanlarımı giydim, kırmızı çizgili çoraplarımla
Şöyle bir havayı süzdüm.
Güneşli olabildiğince, ama çok sıcak değildi.
Güzel bir gün dedim kendime.
Ayağımda spor ayakkabılarım
Sahilde yürüdüm de durdum sessiz adımlarla.
Sessiz adımlar diyorum, çünkü şehrin kalabalığı yutuyordu
Benim adımlarımı.
Olabildiğince yürüdüm, olabildiğince uzağa,
Olabildiğince hızlı,
Olabildiğince yalnız,
Olabildiğince gözlemleyerek etrafı.
Olabildiğince açıktı gözlerim.
Olabildiğince açıktı hislerim, sezgilerim.
Denizin bin bir tonunu,
Yosun kokusunu,
Sahil kenarında balık tutan insanların
Yakaladıkları balıkların sudaki çırpınışlarını duydum.
Sonra dalga sesini,
Kahve kokusunu duydum karşı balkonda oturan teyzenin.
Tane tane çekilmiş yeni kahve kokusunu ayrımsadım
Onca koku içinde.
Yaşlı amca ve teyzeleri gördüm sahilde yürüyen.
Sonra, tekne üzerinde oturan insanlara baktım.
Fark etmez gibiydiler denizin üstünde olduklarını.
Hissetmez gibiydiler.
Deniz, benim için daha bir hissedilirdi sanki
Ben betonun üzerinde yürürken dalgayı hissediyordum da,
Sanki onlar farkında değillerdi.
Farklı dünyalardaki insanları inceledim.
O kadar yakınken, farklı olabilen insanları..
Öylesine yoruldum ki Bebek taraflarında,
Ve öylesine güzel geldi ki baktığım manzara,
Küçük bir banka oturdum
Yan bankta oturan insanları süzerek.
Ayaklarıyla bağdaş kurmuş, 18 yaşlarında bir kız vardı
Yan bankta.
Belli mutluydu orada, huzurluydu; çünkü içindeki huzurun sesini duydum.
Önümde küçük bir teknede çay yapan amca vardı.
Kim bilir, belki de diğer mesleğidir bu balıkçılık dışında
Çizgileri var yüzünün
Ama üzgün değil, mutlu çizgiler.
Belli ki istediği şeyi yapıyor şu hayatta.
Yanıma geldi usulca, elinde bir dergi sayfası
Üzerinde simit kırıntıları, ufalanmış ekmekler
Dönüp bana dedi ki;
“Bu da karıncaların hakkı değil mi?
Onlara da özen göstermeli hayatta.”
Gözlerinin içine baktım,
Ve gözlerimle sevdim onu.
Çünkü bu da onun hakkıydı.
Ve dedim ki; “Umarım herkes hakkını verir haklının.”
Dönerken bağırdı arkamdan tamamlamak istermişçesine
“Her şey ekolojik denge.”
Garip geldi o an!
Üniversitede eğrilerle, tablolarla öğrendiğimiz ekolojik denge
Bu kadar basitti aslında.
Sonra her hikayede vardır ya,
Sarışın, mavi gözlü, şirin bir çocuk çarptı gözüme.
Annesi yanındaydı, onun kadar tatlıydı o da.
Kendi cüssesinden büyük bisikletini sürmek yerine,
Taşımaya çalışıyordu.
Bir hırçınlık vardı da üzerinde
Ama çocuk ya bu hırçınlık yapardı.
Halbuki şu yaştaki hırçınlıklarımız bile bu kadar
Olağan nedenlere bağlanıyor ne garip değil mi?
Hep, yeşil ışıkta kalmış gibi “GEÇ” diyoruz onlara.
Bankıma bir kız oturdu sonra sessizce.
Ayaklarını sallıyordu, bir ara şarkı söylediğini duydum.
Benimle orda huzurluydu. Varlığım onu rahatsız etmemişti
Mutlu oldum, nedenini bilmiyorum, ama mutlu oldum.
3 tane falcı geçti sonra yanımdan.
Hepsi de aynı noktada durdu konuşmuşlar gibi.
Hepsi de aynı şeyi söyledi.
Bir şey gördüm dedi senin yüzünde, onu söyleyeceğim.
Oysa bir şey görmek için falcı olmak gerekmiyordu ki!
Ben, o gün, çok şey görmüştüm insanların yüzlerinde,
Doğanın içinde.
Peki, sen o donuklaşmış bakışlarınla ne görebilirsin ki
Demek geldi içimden.
Hatta aynı falcı iki kez gelip, bana aynı soruyu sordu.
Ayrımsamadığını anladım,
Yüzümü hatırlamamıştı
Bilmiyordu ki 5 dakika önce aynı soruyu bana,
Başka bir yerde otururken zaten sormuştu.
Ben onun için
Bu kadar anlamsızken, ne görebilirdi merak ediyorum..
Ne görebilir?
02.06.03
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder